Mete Süleyman's profile

Neden Ragıp Bilmiyorum!

Saat gecenin üçü. Hayata tutunma çabası olan, bir kravata ya da masaya bağımlı bir insan için dünyanın sonunu andıran bir saat. Olur da bir aksilik çıkmazsa sabaha gözlerini açacak bir insan için ise hiçbir anlam ifade etmeyen bir saat. Benim için ise ne anlam ifade ettiğini hiç sorgulamadığım bir saat.
Yatağa yattım. Yanımda bu dünyadan göçmek için gün sayan, son nefesini gayretle almaya çalışan, bitse de gitsek diyen bir abajur. Dokunsam yanacak! Dokundum. Tavanı az da olsa gösterecek bir ışık verdi odaya. Gözlerimi tüm dikkatimle tavana diktim. Gecenin bu saatinde yanında bir varlık yoksa ve tek başınaysan yapacağın tek şey tavanla yüzleşmekten başka bir şey değildir. Öyle yaptım. Donuk, mimikleri aynı, ne desen değişmeyecek, ağlasan, gülsen, sevinsen, çıldırsan, delirsen aynı. Tık yok. Hayatın gerçekliği işte tam olarak gözlerimi diktiğim tavandan başka bir şey değil.
Bir süredir hastayım. Doktorlar soğuk algınlığından başka bir şey olmadığını yüzüme bakmadan söyleyebilecek kadar işinin ehli. Ben bu ehliyete inanmayacak kadar takıntılıyım. Gözeneklerimden şelaleler akıyor, hızlı bir kilo kaybı yaşıyorum ama bunun tek açıklamasının soğuk algınlığı olduğu söyleniyor. İnanmak istemeyeceğimiz şeyleri inanmamız için büyük bir inanç ve istekle söyleyen kendinden emin insanlara inanmayacak kadar inançlı bir insanım. Bakkal Rüstem abinin “Oğlum âşık mısın sen eriyorsun gün geçtikçe!” demesi bile bana daha bir samimi geliyor.
Aslında Rüstem abi biraz haklı. Müzeyyen bu dünyaya katlanamayıp bir toprağın içine kendini bıraktığından beri pekiyi değilim. O bunu bilmez, ben de ona anlatmam. Çünkü onun her samimi sözünün satır arasında yatan “Veresiye defteri kabardı koçum, hani 3-5 bir şeyler atsan artık” var. Haklı. Bir şey diyemem.
Hastane çıkışında yakın arkadaşlarımdan Ragıp’la karşılaştım.
– İhsan nasılsın?
– İyiyim, sen?
– Yapma oğlum, ölecek gibisin. Bu ne hal böyle?
– Partiden çıkmadım Ragıp, gördüğün gibi hastaneden çıktım.
– Ne kızıyorsun abi? Bir şey demedim. İyi olmadığını söyledim sadece.
– İyiyim, soğuk algınlığı işte.
– Aldığımız her nefes bizi ölüme bir adım daha yaklaştırıyor. Dikkat et kendine.
– Eyvallah.
Tavanın realistik resitaline daha fazla katlanamadım ve ayağa kalktım. İrrasyonel hayatların yaşandığı bu coğrafyada bu kadar rasyonel olmak şovdan başka bir şey değil!
Odanın içinde bir mahkûmun gökyüzüne bakarak özgürlüğünün hayalini kurduğu gibi volta atmaya başladım. Tutarsız, imkânsız şeyleri, tavanı, abajuru rahatsız etmeyecek şekilde sesli bir biçimde hayal etmeye başladım. Gerçekleştirmeyi unuttuğum eylemleri, anlamını yitirmiş hevesleri, yapmam gereken ama yetişemediğim canlı sohbetleri, kerevizin anlamını, canımı sıkanların bulunduğu kafeyi taramam gerektiğini, ama yine geç kalmışlığımı, uykusuzluğumu… Her şeyi düşündüm diyebilirim fakat kafamı kurcalayan, sinirlerime çomak sokan, ellerimi uyuşturan tek şey Ragıp’ın “Aldığımız her nefes bizi ölüme bir adım daha yaklaştırıyor, dikkat et kendine” demesiydi. Dünya, yaşam, nefes almak, volta atmak, Ragıp… Hepsi büyük bir kafa karışıklığı, gecenin içindeki o rahatsız edici sesleri gibi.
Yatağa tekrar yattım. Gözlerimi diktiğim, kendinden emin, her şeyi bilmiş edasıyla öylece duran tavana bakmaya başladım. Aslında ben kendi başımayken her türlü zekâ fışkıran yorumlar yapıyor, hiçbir beşerin söylemeye cesaret edemediği şeyler hakkında konuşuyor ve küstahça cevaplar veriyordum.
İki gün boyunca evden dışarı çıkmadım. Neden sonra dayanamayıp kendimi sokağa atıp yürümeye başladım. Ne zamandır çaycıya gidip çay içmemiştim. Büyük bir marifetmiş gibi her şeyi bir kenara bırakıp büyük bir mutlulukla rotamı çay içmeye doğru kırdım. Çaycıya geldim ve kimsesiz bir tabureye oturup çay istedim. Her şey benim için sıradan ve normal bir şekilde seyrediyordu ki Ragıp’ı gördüm. Arkadaşlarının yanından kalkıp yanıma geldi.
– Ooo İhsan, sokağa çıkmışın. Ne zamandır yoksun piyasada.
– Piyasada olsam da senin piyasanda bir devinim göstermem Ragıp, hadi işine bak!
– Kardeş ilaçların ağır geliyor herhalde. Bu agresiflik ne böyle?
Hastaneden çıktığımda Ragıp’ın o samimiyetsiz sohbetine kıl olmuştum. O andan beri kendisine ayar oluyordum. Özellikle nefes ve ölüm arasında kurduğu saçma bağ beni hayli sinirlendirmiş, komplo teorileri kurmaya sevk etmişti.
– Kardeş agresif değilim, çay içeceğim. Hadi arkadaşlarının yanına dön.
– İhsan, hastalığına veriyorum yoksa burada başka şey olurdu!
Ragıp’ın başka şey olurdu, demesinin ardında basit bir kavga vardı. Herkes bilir bunu, bir şey yapmayı göze alamayanlar, bir şeylerin ardına sığınarak yapamayacağı şeyler hakkında atıp tutar. Çayımdan bir yudum aldım. Oduncu gömleğimin yakasını düzelttim. Ayağa kalktım ve dünyanın en sağlıklı yumruğunu çenesine indirdim. Beklenmedik anlarda gelen şeylerin ne olduğunun bir önemi olmaz hiçbir zaman. Bir karıncanın beklenmedik ölümü ya da yemeğin taşması insanı mahvedebilir. Ragıp’ı kendini bilmez sözleri mahvetmişti. Yumruğun etkisiyle yere yığılıp bayıldı. Ortalık karışmak üzereydi ki beni bir kenara, arkadaşlarını bir kenara çektiler. O sırada devriye gezen polis olaya el koydu ve beni araca bindirip karakola götürdüler.
Beklemediğim bir şeydi ama çoğu zaman beklemediğimiz şeylerin beklemediğimiz anlarda olması beklentilerimizde beklemediğimiz huzursuzluklar çıkarabiliyor.
– Ne oldu, anlat! Neden vurdun adama?
– Bilmiyorum.
– Ne demek bilmiyorum!
– Her şeyi bilerek yapmak zorunda değiliz. Şikâyetçi değilim. Şikâyetçi olursa da bir şey diyemem.
– Atın şu gereksizi kodese de aklı başına gelsin.
Tavana baktığım gece sabaha kadar, “Ölüm, nefesi alıp/vermekle ölçülen bir şey mi?” diye düşündüm. Her nefes alıp verdiğimizde ölüme bir adım yaklaşmak bana oldukça saçma geldi. Ragıp haklı olabilir miydi? Bilmiyorum. Ben haklı olabilir miyim? Onu da bilmiyorum. Peki ya attığım yumruk?

Süleyman Mete

http://www.edebifikir.com/hikaye/neden-ragip-bilmiyorum.html

Neden Ragıp Bilmiyorum!
Published:

Neden Ragıp Bilmiyorum!

Published:

Creative Fields